Türk edebiyatında derin izler bırakan Tomris Uyar’ı 83. doğum gününde sevgiyle anıyoruz.
Yazar, çevirmen Tomris Uyar, 15 Mart 1941 tarihinde Gedik soyadıyla İstanbul’da dünyaya gelir. Annesi Celile Hanım avukat, babası Ali Fuat Bey avukat ve yazardır. Tomris Uyar’ın büyük dedesi ise bir dönem Trabzon milletvekilliği yapan, Şapka Kanunu çıktığında milletvekilleri arasında ilk defa şapka takan, Atatürk’ün yakın dostlarından Süleyman Sırrı Bey’dir.
Tomris Uyar ilköğretimi o sıralar Taksim’de bulunan Yeni Kolej’de (1952), ortaöğretimi English High School’da (1957) ve liseyi Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde (1961) tamamlar. Erken yaşlarda yabancı dil öğrenmesi ve nitelikli bir tedrisattan geçmesi ona edebiyat ve kültür alanında önemli bir zemin sağlar. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nde aldığı lisans eğitimi (1963) ise onun sorgulayıcı bir bakış açısına sahip olmasında rol oynar.
ÇEVİRMEN KİMLİĞİ VE ÖYKÜCÜLÜĞÜ
Üniversiteden sonra edebiyat dünyasının kapısını ilk defa yaptığı çevirilerle aralar. Çeviri yapmak için yabancı dil bilmenin yeterli olduğunu zanneden geniş bir kitlenin varlığına rağmen, ustalıkla yaptığı çevirilerle, bu işin ne büyük maharet istediğini gösterir. Yalnızca çevirdiği metinlere değil, yazarın hayatı ve edebî üslubu üzerine de enikonu çalışır. Metindeki cümleleri hangi saikle yazdığı, bir kelimeyi, hangi kelimeyle çevirmeyi yeğleyeceği üzerine kafa yorar. Zira, Uyar’a göre çeviri meselesinde esas olan yabancı kelimeyi ifade edebilecek doğru kelimeyi bulmak değil, “yazarın sesini keşfetmektir”. Her ne kadar verdiği mülakatlarda, çevirinin öykü yazmadan önce dili doğru kullanmak adına bir pratik olduğunu ima etse de onun çevirileri böyle titiz bir çalışmanın ürünü olur. Virginia Woolf’u, Lewis Carroll’ı, Julio Cortazar’ı, Scott Fitzgerald’ı, Agatha Christie’yi ve daha nice büyük yazarı Türkçeye en iyi çevirenlerdendir.
Çevirmen kimliğinin yanı sıra Türk edebiyatının ses getirmiş yazarlarından biridir Tomris Uyar. 1970’li yıllarda öykücülüğün yükselişe geçtiği dönemin en parlak yazarlarındandır. Öykücülüğün roman yazmadan önceki ara durak olduğuna inanıldığı bir dönemde başından sonuna kadar öykü türüne sadık kalarak türün hakkını verir.
Metinlerinde kullandığı dil oldukça yalındır. Dolaylamalara başvurmadan anlatısını ustalıkla inşa eder. Ancak bu yalın görünen anlatının ardında insanlığa dair büyük saptamalar, hayata dair anlamlar gizlidir. Anlatılarında Hemingway’in –anlatılanın katbekat fazlasının derinlerde saklı olduğu– buzdağı metodunu benimser zira, okura hayal gücünü kullanacağı, derinlerde yatanı keşfedeceği bir okuma serüveni sunar. Bu açıdan Uyar’ın metinleri zorlayıcıdır.
Öykülerinde insanların umudun yarenliğinde bir çeşit hayat ve ahlak körlüğüne kapılmalarına karşı çıkar. Hayatın görülmeyen, konuşulmayan yüzünü, çirkinliklerini anlatır. İnsanların cafcaflı kisvelerini, afili unvanlarını, rengârenk makyajlarını kazıyarak altında gerçekten var olanı gösterir. Nitekim bu tavrını, “Yaşam sevinci vermeyi gene istiyorum, ama kötülükler, çirkinlikler, bayağılıklar, adiliklerin hepsi bilindikten sonra. Bunlar bilindikten sonra bir yaşama sevinci kalabilirse eğer –ki kalıyor ister istemez– o noktayı zorlamak istiyorum” diye açıklar.
İnsanın kendini bilmeyişi, gerçek kişiliği ile toplumsal kişiliği arasındaki engin kopukluk da öykülerinde taşladığı konuların başında gelir. Bugün sosyal medya üzerinde göründüğü kişi ile ne fiziki ne de ruhi olarak en ufak bir ilgisi olmayan günümüz insanını ve onun düştüğü –kimi zaman trajikomik– ahvalleri görseydi, Tomris Uyar’ın bizlere ne sözü olurdu acaba?
AŞKLARI
Tomris Uyar, pek çok öyküsünde kadınları mercek altına alır. Kadınları ve onların sıkıntılarını, hayatlarının her alanında gördükleri şiddeti de kadın diliyle anlatan yazarlardan biridir. Toplumsal kurallar ve dogmalar yüzünden hayatları kısıtlanan kadınları da toplumsal kurallara uymayan, bunun sıkıntısını her daim çeken ve gitgide cesaretleri törpülenen “bağımsız ve eğitimli” kadınları da aynı gerçekçilikle satırlarına taşır. Evlilik mefhumunda erkeğin kadının üzerinde tahakküm kurması ve ilişkilerdeki sevgisizliğin tarafların hayatını yozlaştırması da üzerinde durduğu meselelerdendir. Uyar bu bağlamda toplumsal put kırıcılığı üstlenir.
Bir yazar, yapıtlarıyla edebiyat dünyasında kendine yer edindikçe, tanınırlığı arttıkça ünlü olmanın bazı sorunlarından kaçamaz. Özel hayatı ve ilişkileri onu tanıyanlar, okuyanlar tarafından mercek altına alınır. Nitekim Tomris Uyar da bu kaideden azade kalamaz. Ülkü Tamer ve Turgut Uyar ile olan evliliği, Cemal Süreya ile olan ilişkisi, Edip Cansever’in platonik hayranlığı, kendisine ithaf edilerek yazılan şiirler, yarım kalmış aşkların ukdesiyle beslenen sözler onun adıyla birlikte kazınır toplumsal belleğimize. Hâlâ taravetini de korur; ölümünün üzerinden 20 yıl geçse bile…
Tomris Uyar 1963 yılında ilk evliliğini Ülkü Tamer ile yapar. Hatta Tomris Uyar’ın Şekerden Bebek isimli ilk çevirisi Tamer soyadı ile yayımlanır o yıllarda. Tomris Uyar ve Ülkü Tamer ilişkisinden günümüze çok fazla bilgi kalmasa da bu ikilinin evlendikten bir sene sonra bebeklerini kaybettikleri ve bu elim olaydan çok kısa bir süre sonra da boşandıkları malumumuzdur.
Tomris Uyar ve Cemal Süreya ise bu evlilikten hemen sonra Ankara’nın Sanatseverler Lokali’nde görürler birbirlerini ilk defa. Ve bu tanışma üç yıl sürecek fırtınalı bir beraberliğin ilk adımı olur. Çiftin ilişkisi o dönem edebiyat mahfillerinde üzerine bolca konuşulan konuların başını çeker. Süreya’nın Uyar’a duyduğu aşkla kaleme aldığı şiirler de bu ilişkiye dair ilgiyi körükler. Keza yıllar sonra Sezen Aksu’nun yorumlayacağı “Sayım” isimli şiir bunlardan en bilinenidir.
Biri ünlü bir öykücü, diğeri de aşk şiirlerinin piri bir şair… Kolay olmasa gerek bu iki güçlü kişiliğin aynı dünyada bir arada uyum içinde yaşaması… Dünya tarihi sanatçıların ve edebiyatçıların birbirleriyle kurduğu mutsuz ilişkilere dair sayısız örnekten ibaretken… Nitekim Uyar-Süreya ilişkisinde de sorunlar baş gösterir tez zamanda; iflah olmaz uzlaşmazlıklar, kıskançlıklardan mürekkep bir kara bulut çöker üzerlerine. Bilhassa erkek kadını bir hayli kıskanır. O kıskançlık ki Tomris Uyar’ın Cumhuriyet dergisine verdiği bir söyleşide üzerine “… Kişiye başka birine ‘el koyma’ hakkını tanıyan bir bakış açısı” diye yorumda bulunduğu, kötücül bir nazarla yaklaştığı bir duygudur.
Dahası Süreya, onun özgür ruhunu ehlileştirmeye çalışır, daha özverili olmasını bekler ancak başaramaz. Aralarındaki ilişkinin akıbeti Tomris Uyar’ın yıllar sonra verdiği şu tarifte saklıdır: “Beni bıraktı ama rahat edemedi. Ona göre bana sahip olunamazdı.”
Tomris Uyar ve Cemal Süreya, bu üç senelik çalkantılı ilişki sonunda ayrılırlar. İlişkileri hakkında konuşmama kararı alırlar. Hayatlarına kim girerse girsin, dostlukları baki kalır. Süreya’nın en güzel aşk şiirlerini ölene dek Uyar’a yazmış olduğu ise bu ilişkiden bizlere kalan bir rivayettir.
Cemal Süreya ile ayrıldıktan sonra bu defa başka bir şairle, Turgut Uyar’la kesişir yolları. Tanıştıklarında Turgut Uyar yaratıcılıkta durgunluk dönemine girmiş, şiir yazmayalı yedi sene olmuştur. İkilinin edebiyat üzerine kurdukları ilişki zamanla aşka evrilir. Tomris Uyar, Turgut Uyar’ın yeniden şiir yazmaya başlamasına yardım eder, kimilerine göre ise ilham perisi olur. 1967 yılında evlenirler ve Hayri Turgut Uyar ismini verdikleri çocukları dünyaya gelir. İki maruf edebiyatçının bambaşka bir yolda ilerleyecek, mühendis olacak tek oğulları.
Uyar çifti, edebî mahfillerde ve kültürel etkinliklerde sık sık birlikte boy gösterirler, dönemin edebiyat çevrelerince pek konuşulan, hatta imrenilen ilişkilerden biri olur onlarınkisi. Oysa tezat karakterlerdir. Tomris Uyar ne kadar dışa dönük, hayattan haz almayı seven biriyse, Turgut Uyar o denli içine dönük, yaşamaktan değil yazmaktan zevk alan biridir. Üstelik aralarındaki tek karşıtlık yalnızca kişilikleri değil, ilişkilere ve aşka dair tutumlarıdır. Keza aşka dair sahip oldukları bu karşıt bakışı da Tomris Uyar’ın şu sözlerinden anlıyoruz:
“Turgut, her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpranacak; ben de hiçbir rekabetin söz konusu olmadığı bir alanda, boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım.”
Buna rağmen Turgut Uyar onun en uzun soluklu ilişkisi olur. Turgut Uyar 1985 yılında vefat edene dek evlilikleri devam eder.
“BİR ADIN VARDI SENİN TOMRİS UYAR’DI”
Tomris Uyar ile ismi anılan diğer bir şair ise Edip Cansever’dir. Uyar ve Cansever birbirlerini, dönemin önemli edebiyatçılarının katıldığı edebî mahfillerde tanırlar, zamanla dost olurlar. Cansever, Tomris Uyar’ın yanı sıra Cemal Süreya ve Turgut Uyar’ın yakın dostlarından biridir. Bilhassa Turgut Uyar’ın ölümünden sonra Tomris Uyar ve Edip Cansever arasındaki dostluk daha da derinleşir. Tomris Uyar’ın Cansever’e karşı hislerinin derin bir edebî hayranlık ve dostluktan ibaret olduğu herkesin malumudur. Ancak hiç kimsenin inkâr edemediği bir şey daha vardır ki, o da Cansever’in Tomris Uyar’a olan hayranlığı ve unutulmaz bazı şiirlerini onun için yazdığıdır. Nitekim bu şiirler arasında Tomris Uyar’ın doğum günü için kaleme aldığı “Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Şiir” isimli eseri, onun “Bir adın vardı senin Tomris Uyar’dı” diye doğrudan kendisine seslendiği şiiridir.
Hakkında dilden dile dolaşan rivayetler ve gerçekler birbirine karışadursun, Tomris Uyar bu dört erkeğin kendisine duyduğu hayranlığın bedelini hayatı boyunca öder. Bazı erkek yazarların, kimi zaman ifrata kaçan dokundurmalarının hedefi olur. 2003 yılında yemek borusu kanseri yüzünden vefat ettiğinde dahi kurtulamaz bu yaftadan; dört şairin esin perisi olarak addedilir. Oysa bu “esin perisi” yakıştırmasına dair fikri şu minvaldedir:
“Kendime bir ilham periliği vehmedecek kadar komik bir insan değilim tabii. Kendimi de o kadar beğenmem. Yalnız şöyle bir şey var: Düşünen ve sorgulayan bir insanım. Bu sözünü ettiğiniz kişiler de kendi yaptığı işleri sorgulayan, düşünen, tartışmayı seven kişilerdi. Herhâlde asıl çekici yanım buydu benim. Tartışırdım. Bir de çok açık sözlü olmam etkili olmuştur sanıyorum. Konuyu anlamam ve disiplinli olmam. İlişkilerimde hep kendime bir dokunulmazlık alanı bulmuşumdur. Bu da hakikaten sevilmem, değerlendirilmemle birlikte, çok tartışmalara neden olmuş bir özelliğimdir. Başkasına verdiğim özgürlüğün, yaratma, tek başına düşünme, yalnız kalma özgürlüğünün bana da verilmesini isterim.”
Toplumumuzda “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” diye maruf bir söz varsa da aslında pratikte her başarılı kadının arkasında bir erkek olması beklenir. Onu destekleyen, başarılı olması için ona yol açan, yardım eden… Zira kadının tek başına başaramayacağı farz edilir. Başarısı çoğunlukla hayatındaki erkeğe mal edilir, ismi o erkeğin sevgilisi ya da eşi olarak zikredilir. Oysa Tomris Uyar, feminizmin esamesinin okunmadığı yıllarda, öykülerinde toplumsal normlara kafa tutuşu, evliliklerdeki eşitsizliği iğnelemesi ve ilişkilerinde gösterdiği dik duruşu sayesinde yarattığı intibahla, özel hayatının yazarlığına gölge düşürmesine izin vermez. Bir kadının başarısını hayatındaki erkeğe mal eden ataerkil zihniyetler dahi onun edebiyatımızdaki hakkını “ama”sız, “fakat”sız teslim ederler.
Doğumunun 83. yıl dönümünde sevgiyle anıyoruz kendisini. Türk edebiyatında bıraktığı izler üzerinden yürümeye devam ediyor, kimsenin kimseye tahakküm kurmadığı, her ferdin özgürlüğünü koruduğu ilişkilerin ve evliliklerin dünyayı nasıl iyileştireceğini, kadına yönelik şiddeti nasıl dindireceğini yine onun bize miras bıraktığı yaşam sanatından öğreniyoruz.
TOMRİS UYAR’IN ESERLERİ
İpek ve Bakır (1971)
Ödeşmeler (1973)
Dizboyu Papatyalar (1975)
Gündökümü (1975)
Yürekte Bukağı (1979)
Yaz Düşleri/Düş Kışları (1981)
Sesler, Yüzler, Sokaklar (1981)
Gecegezen Kızlar (1983)
Büyük Saat (1984)
Rus Ruleti-Dön Geri Bak (1985)
Günlerin Tortusu (1985)
Yaza Yolculuk (1986)
Babayasaları, Anasözleri (1989)
Yazılı Günler (1989)
Sekizinci Günah (1990)
Otuzların Kadını (1992)
İki Yaka İki Uç (1992)
Tanışma Günleri (1995)
İstanbul’da Zaman (2000)
Gündökümü I-II (2003)
Kaynak: İstdergi – Merve Küçüksarp