Röportaj: Eray Emin Aydemir - Mandal Radyo
Mandal Radyo : Canlı Yayın İrtibat Numarası - (552) 427 56 62 Mandal Radyo : Sosyal Medya Hesaplarımız: - Twitter (X) - Instagram: @MandalRadyo
Anasayfa canli baglantilar Röportaj: Eray Emin Aydemir

Röportaj: Eray Emin Aydemir

0 Yorum

Yazdığı kitaplarla okuyucuların ufkunu bambaşka seviyelere taşıyan ve son kitabı ‘Ezoterik Açıdan Türk Şamanizmi’ ile de dikkatleri üzerine çeken yazar Eray Emin Aydemir, editörümüz Melis Güngör’ün sorularını yanıtladı. Keyifli okumalar!

Melis Güngör: Merhaba sevgili yazarımız Eray Emin Aydemir. Öncelikle bizleri kırmayıp röportaj teklifimizi kabul edip, sorulara büyük bir sabır ile yanıt vereceğiniz için öncelikle kendi adıma daha sonrasında da tüm Mandal Radyo dinleyicileri adına teşekkür ediyorum. Dilerseniz sorularımıza başlayalım.

Bugüne kadar yaptığınız röportajlarda eminim ki bu soruya her defasında bıkmadan yanıt vermişsinizdir. Rica etsem bir de bizler için kendiniz hakkındaki bilgilerden, nasıl bir çocukluk geçirdiğinizden, öğrenim hayatınızdan, kısa bir özgeçmişinizden bahsedebilir misiniz?

Eray Emin Aydemir: Merhaba. Mandal Radyo dinleyicilerine hitap etmek her zaman benim için büyük bir keyif. Daha önce bir programda da beraber olmuştuk. Bu yüzden keyifle sorularınızı yanıtlayacağım. Bundan dolayı büyük bir mutluluk duyuyorum. Tabii çocukluk dönemim biraz ilginç. Feriköy’de büyüdüm. İstanbul’un en eski kozmopolit semtlerinden biri, tarihi doğal olarak Osmanlı İmparatorluğu’na ve daha öncesine dayanıyor. Çocukluk dönemim tabii sokakta top oynayarak geçti açıkçası.

Kozmopolit bir yer; Yahudi, Müslüman, Hristiyan birçok arkadaşım oldu ve bu benim ileriki yıllarıma da çok büyük bir etki etti olumlu anlamda. Öğrenim hayatım, biraz ilginç bir öğrenim hayatım oldu. İlkokulu 3, ortaokulu 2, liseyi 2, üniversiteyi de 2 yerde bitirmeyi başararak tam bir göçebe hayatı yaşadım. Okul yıllarında sürekli yer değiştiriyorduk aile olarak. Yani tabii bunun olumsuzlukları da beraberinde geldi. Özgeçmişimden bahsedersem Kocaeli Üniversitesi mezunuyum. Çevre koruma teknikeriyim, asıl diplomam bu. Biyolojiyle alakalı bir alan, çevreyle alakalı bir alan. Yani çok da başarılı bir öğrenci miydim, ilk yıllarda evet daha sonra çok da başarılı bir öğrenci olduğumu söyleyemem ama meraklı bir tiptim. Zaten her zaman da bu merak işime yaradı.

M.G: Sizin hakkınızda yaptığım araştırmalar sonucunda edindiğim bilgilere göre üniversitede okuduğunuz bölümle alakalı bir iş ile ilgilenmiyorsunuz. Özel değilse nedenini bizlere açıklayıp nasıl bir geçiş süreci yaşadığınızı anlatır mısınız?

E.E.A: Üniversitede okuduğum bölümle alakalı bir işle ilgilenmedim. Belki de bu 1999 depreminin getirdiği bir sonuçtu. 1999 depremi yaşandığında ben İzmit Değirmendere Kocaeli’ndeydim, Gölcük ilçesine bağlı. Ev falan her şey yıkıldı tabi 99 yılında, lise ikinin yazıydı sonra da lise 3 ve ardından üniversite yılları başlayacaktı. O an yoğun bir dönem geçiriyorsunuz ve bununla beraber deprem travmaları da sizle beraber geliyor. Bir yandan da basketbol oynuyordum. Bu tabii eğitim sürecimi de etkiledi doğal olarak, yani o psikolojiyle bir öğrenci sınava nasıl hazırlanır? Eviniz yıkılmış, her şey gitmiş, ekonomik olarak bitmiş durumdasınız.

Bunlar tabii zor bir süreç benim hayatımda, hatta şu an bunları konuşurken bile duygulanıyorum. Üniversitede de çok seçici olma şansım olmadı. Belki bir sene daha bekleyip daha iyi hazırlanıp veterinerlik fakültesine veya bununla ilgili daha başarılı gözükecek okullara gitme şansım olabilirdi ama o an elinizde sadece tek bir imkân var ve bir şekilde kapağı üniversiteye atmaya çalışıyorsunuz elinizdeki kısıtlı imkanlarla. .

M.G: Yazmaya başlamaya nasıl karar verdiniz Eray Bey? İlk deneme yazılarınız genel olarak hangi türü kapsıyordu ve en genel haliyle soracak olursam “niçin yazıyorsunuz?”

E.E.A: Yazmaya başlamaya nasıl karar verdim? Bunun tabii ilginç bir hikayesi var. Semiha Özçelik, kıymetli öğretmenim, o ilk tavsiye etmişti. Yazılarımı görmüş, kompozisyon şeklinde hazırlıyorduk zaten tarih ve edebiyat derslerinde. Kalemimin başarılı olduğunu düşünmüş, lise yıllarında Değirmendere’deyken bana sürekli yazmamı tavsiye ediyordu, kalemimi geliştirmemi tavsiye ediyordu. O tavsiye benim kulağıma küpe oldu. Ancak üniversite sonrasında erkeklerin Türkiye’de bazı dertleri var; hemen iş bulmak, hemen hayata atılmak gibi. O periyotta çok öyle yazı yazdığımı söyleyemem ama aklımın hep ucundaydı. Askerlik dönemimden sonra bankacılık finans sektöründe çalışmaya başladım.

Bu sırada spor dergilerine yazılar gönderiyordum çünkü zaten sporcu bir geçmişim vardı, takip ediyordum. Bunlardan bir tanesi de Futbol Ekstra dergisiydi. Futbol Ekstra dergisinde yazılar yazıyordum. O dönem usta gazeteci Kemal Belgin fark etmiş “ya demiş işte bu çocuğun kaleminde bir şey var, bunu değerlendirelim.” Sonra ben bir teklif aldım ve spor alanında yayıncılık yapan Medyaspor’da çalışmaya başladım. Bu tabii ilginç bir geçiş oldu. Çünkü bankacılık finans sektöründen çok sıkılmıştım ve açıkçası bir kaçış arıyordum. Bunu sağladı ve yazma süreci de böyle başladı.

Daha sonra bu ilerleyen dönemlerde yazılarım futbolla ilgili dergi yazılarından teknoloji yazılarına evrildi, sağlık yazılarına evrildi. Zaten hep bir araştırmacı tarafım vardı, meraklıydım biraz önce de bahsettiğim gibi. Ezoterizme, mistik ilimlere çok meraklıydım. Yani bu tip alanlarda hep okuyordum. Araştırma yapıyordum. Daha sonra kalem de buraya evrildi.

M.G: Mandal Radyo çatısı altında her pazartesi gecesi sevgili Aytek Teoman’ın yapmış olduğu yayına birçok arkadaşımız elektronik posta yoluyla kendilerine ait olan duygu, düşünce, şiir, düz yazı gibi ürünlerini iletiyorlar. Kendimce yorum yapacak olursam, yazmak ayrı yazarlık ayrı diye düşünüyorum. Kitap yazma fikriniz nasıl oluştu, ne zaman karar verdiniz, nasıl adımlar atıp bunun devamlılığını sağladınız bizlerle paylaşır mısınız?

E.E.A: Kitap yazma fikri de aslında bu gelişimin bir sonucu. Yani şunu fark ettim, ben artık insanlara bir şeyler anlatabilirim. Düşüncelerimi insanlara aktarabilirim. Bu hem araştırma türünde olabilir -ki genelde şu an öyle yazıyorum- veya roman türünde de olabilir. Zaten ilk kitap da 2014 yılında çıktı.

M.G: Bugüne kadar yayınlanmış olan tüm kitaplarınızın konularından kısaca bahseder misiniz?

E.E.A: 2014 yılında ilk kitap Şeytanın Notaları çıktı. O biraz ilginçtir Aytek’in de alanı aslında, sevgili Mandal Radyo ekibinin de alanı, o müzikle alakalı bir kitaptı.

Ben aynı zamanda çok iyi bir rock, heavy metal dinleyicisiyim. Müzik yoluyla bize ne anlatılmak isteniyor? Verilen mesajlar ne? Şeytanın Notaları ismi özel olarak seçildi. Çünkü heavy metal kültüründen geliyorum, bundan bahsettik. 2014’te o çıktı.

Daha sonra Timsahın Gözyaşları okuyucuyla buluştu. Bu bir polisiye bir romandı, yani ikinci kitap için çok radikal bir değişiklik yaptık. O da büyük bir beğeni topladı. Bu da ilginç bir polisiye romandır çünkü oradaki hiçbir karakterin ismi yoktur kitapta, yani siz isimsiz karakterleri okursunuz ve isimsiz karakterlere sizin bir kimlik giydirmeniz kimlik vermeniz beklenir.

Üçüncü kitabım -en sevdiğim işlerden biri- Yeni Dünyanın Dini Futbol, onun da ilginç bir hikayesi var. Aslında ben dediğim gibi sporla çok alakalıydım her zaman, zaten sporcu da bir aileden geliyorum. Hem anne tarafı hem baba tarafı yani komple sporcu neredeyse, ben biraz daha farklı olarak basketbolla ilgilendim. Daha sonra kardeşim de peşimden geldi, o da basketbolla ilgilendi. Tabii spor basınında çalışırken ben futbolun bizi neden bu kadar radikal etkilediğini merak ediyordum. Beşiktaşlıyım, yani yolda yürürken birisi bana çarpsa veya dönüp küfretse “ya adama çarptım mı, bir şey mi oldu? Hani orada bir gerginlik mi oldu? Ben farkında olmadan canını mı yaktım” diye düşünen bir tipim aslında ama birisi Beşiktaş’a bir şey dediği zaman benim sinir katsayım yükseliyor, yani tepki veriyorum.

Bunun arkasında yatan neden nedir, niye insanlar olarak biz böyle davranıyoruz düşüncesi hep kafamın içini kurcalıyordu. Daha sonra, o zaman Gözden Dergisi için de yazılar hazırlıyorum. Umberto Eco ile ilgili bir yazı hazırlamaya başladım. İtalyan yazar, araştırmacı, inanılmaz bir adam, büyük hayranıyım. Orta çağ edebiyatı, orta çağ kültürü, Vatikan, oradaki semboller konusunda uzman. Bunun yanı sıra diğer kültürleri çok iyi takip ediyor, İstanbul’da geçen bir romanı var. İstanbul’u da çok iyi biliyor. Yani korkunç bir entelektüel, çağımızın bence en önemli isimlerinden biriydi, vefat etti. Onun futbolla ilgili yorumlarını görmeye başladım.

Eco, RAİ’de yöneticilik yaparken, üniversitede ders verirken bir de bu kadar yazarken gidip futbol maçlarını gözlemlemiş. Yani ne oluyor? Sonradan bunun bir sportif organizasyon olmadığını, bunun aslında bir din olduğunu ortaya koymuş ama bunu çok da detaylandırmamış. Yani fikir belirtmiş ama üzerine gitmemiş. Tabii bunu görünce hani böyle şak diye lamba yanar ya öyle bir durum oldu. Ben de ondan sonra biraz daha yönümü Güney Amerika’ya çevirdim. Çünkü kim fanatik Avrupa dışında, Güney Amerikalılar muazzam bu işte. Orada Eduardo Galeano ismi karşıma çıktı. Yine bu tarafa dönersek Albert Camus var. Yani bu insanların futbolun hep sosyolojik değil, teolojik bir olgu olduğuna dair yazılarını ve yorumlarını okudum ve bunun üzerine bir çalışma gerçekleşti.

Futbolun bizi nasıl etkilediğini, aslında sadece sosyolojik değil teolojik bir olgu olduğunu yani dini bir olgu olduğunu ispatlarıyla ortaya dökmeye çalıştım. Bu da Türkiye’de bu alanda yine yayınlanan ilk kitaptı ve çok da büyük ses getirdi. Yani hem Avrupa hem Güney Amerika hem Türkiye’den futbol olayları, futbolun tarihçesi, neden insanların bu kadar etkilendiğine dair başarılı bir çalışma oldu. 2018’de bu kitap yayınlandı.

Dördüncü kitabım Ölümsüzlüğe Uyanış: Ezoterik Bir Yolculuk, artık ezoterik edebiyata dair bir şeyler yapmak istiyordum ve tekrar dördüncü kitapta roman türüne döndüm. Bu genel olarak kişisel gelişim olarak adlandırılsa da aslında kişinin iç dünyası ile ilgili bir kitap. Bunun da nedeni Dante. İtalyan şair Dante’ye de büyük hayranlığım var, İlahi Komedya’sı zaten sürekli açıp okuduğum bir eser, inanılmaz bir tasvir yeteneği, yani kafamızdaki cehennem algısını aslında kutsal kitaplar değil veya kutsal anlatılar değil Dante yaratmıştır.

Ölümsüzlüğe Uyanış: Ezoterik Bir Yolculuk kişinin kendi içsel dünyasına yaptığı bir yolculuk aslında. Zaten kitabın kurgusu da roman yapısı altında bu şekilde ilerliyor. Beşinci kitabım, Nazi Dini ve Hitler’in Gizemleri, dedim ya hep meraklı bir tiptim. Yani şu noktada şunu düşünüyordum, şimdi bu Almanlar yani tarihi bir ulus Germenler, çok eski kültürel köklere sahipler, işte bir sürü sanatçı, teolog, edebiyatçı, fikir adamı yetiştirmiş bir ulus. Nasıl oldu da yetkiyi Nazilere verdiler? Bunun üzerine bir çalışma oldu ve Nazi Dini: Hitler’in Gizemleri ortaya çıktı.

Biz bu konuyu araştırırken bir ekip olarak çalıştık. Yani 2 tarihçi, 1 çevirmenin katkısı da var bu kitabımda. Onların katkılarını yadsıyamam. Aslında arka planda Alman halkının, gerek elitlerinin gerek normal sıradan halkın nasıl propagandayla etkisiz hale getirildiği, nasıl düşüncelerinin bloke edildiği, bunun yanı sıra Nazilerin içinde nasıl tarikatlar ve nasıl dini yapılanmalar olduğunu ortaya çıkardık ve yine Türkiye’de türünün ilk örneği olarak sayılabilecek bir kitap ortaya çıktı.

Son kitabım Ezoterik Açıdan Türk Şamanizmi’ne değinirsem, Şamanizm ilginç bir konu. Biz Türklerin İslam dinine geçmeden önceki dini ve şu anda hızla da inananların sayısı artıyor. Çünkü bir yöneliş var. Bu yönelişin nedeni ayrı bir tartışma konusu. Türk Şamanizmi’ne semboller ve ezoterik yorumlamalar üzerinden baktım.

M.G: Son kitabınız olan “Ezoterik Açıdan Türk Şamanizmi” eserinizde Şamanizm konusunu ele aldığınızı görüyoruz. Bu Şamanizm, Ezoterizm gibi mistik kavramları yazılarınızda konu edinmeye nasıl karar verdiniz? İlginiz hep var mıydı ve nasıl ilgi duyup araştırmaya nereden başladınız?

E.E.A: Şamanizm’in bir de ezoterik yönü var. Ben her zaman şunu söylüyorum, ben Türk Şamanizmi’ni direkt olarak yazmadım. Bununla ilgili çok değerli zaten çalışmalar yapan insanlar var ben Türk Şamanizmi’ni ezoterik açılan inceledim. Yani içrek bilgiler olarak nedir? İnisiyasyon mekanizması nedir, semboller nedir? Bunun üzerine bir çalışmaydı.

İlgim hep vardı, yani hep zaten aklımın arka planında mevcuttu. Ben bir kitabı yazarken arka planda aslında başka kitap daha yazılıyor, ya şuna da bir bakabilirim diye bir düşünce oluşuyor ve araştırmaya başlıyorum. O şekilde yazılan bir kitaptı. Türklerin sembolleri, kozmoloji anlayışları, tanrı inanışları, bununla ilgili çok aydınlatıcı, içerisinde kaynaklar barındıran bir kitap ortaya çıktı ki okuyucular sağ olsunlar yine çok büyük ilgi gösterdiler. Genel olarak kitaplara baktığımızda Nazi Dini 2 baskı yaptı. Ölümsüzlüğe Uyanış 3 baskı yaptı. Ezoterik Açıdan Türk Şamanizmi şu an ikinci baskıya yakın, güzel bir ilgi var. Ben de tüm okurlara buradan sizin huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

M.G: İlk kitabınızın yazım sürecini tamamlayıp yayınevinin yolunu tuttuğunuzda, basım aşamasında ya da öncesinde herhangi bir zorlukla karşılaştınız mı? Eğer karşılaştıysanız bu sorunlardan bahsedip nasıl çözüme ulaştığınız açıklayabilir misiniz?

E.E.A: İlk kitabın yazım sürecini tamamlayıp yayınevinin yolunu tuttuğumda yani çok amatör ruhla yapılmış bir iş o, yani ilk kitap amatörün de amatörü diyebilirim. Çünkü çok büyük bir heyecan var. 2014 yılı, yani çok gencim, böyle karmaşık duygularla gittim yayınevine zaten havada kaptılar yani o da ilginç bir süreç oldu. Çünkü çok farklı bir konuya farklı bir bakış açısı getiriyordu Şeytanın Notaları.

Müzik yoluyla yapılan propagandayı inceliyordu. Tabii şimdiki tecrübem olsa kitabın daha fazla satılması veya daha fazla kişiye ulaşması için daha farklı yollara gidebilirdim. Ama ne o tecrübedeydim o zaman ne de 2024’teki gibi bir sosyal medya çılgınlığı vardı. Çok yeni başlamıştı her şey. Şimdi baktığım zaman hata gibi geliyor bazı şeyler ama çok tecrübesiz bir dönemdi. Amatörce yapılan bir işti zaten her zaman derim ilk kitap çok amatör ruhla yapıldı. Diğer kitaplar gözümün açılmasıyla daha farklı yapıldı ama hiçbir zaman da pişmanlık duymadım. Öyle olması gerekiyormuş ve öyle de oldu.

M.G: Yeni bir kitap yayımlama planınız var mı? Eğer varsa konusu hakkında çok kısa ipuçları alıp biz okurlarınıza ne zaman ulaşacağı hakkında yaklaşık bir tarih belirtmeniz mümkün müdür?

E.E.A: Yeni bir kitap planımız var, ipuçları istiyorsunuz, ipuçlarından daha fazlasını da verebilirim size. Eğer veremezsem Aytek kızar. Şu anda çalıştığımız kitap, sinemada semboller ve ezoterizmle alakalı. Tabii ki başlığını söylemeyeceğim sinemalarda kullanılan sembollerin ve ezoterik ögelerin deşifresini yapıyoruz. İnsanlar bir filmi izliyor, bazı şeyler görüyorlar ekranda. O gördükleri bazı şeyler onlara bir şey anlatıyor ama ne kadarını anlayabiliyorlar? Bununla ilgili bir çalışma.

Yani bu kitabı okuduktan sonra “ya bu filmde bu varmış ben görmemişim. Bak burada bunu anlatıyormuş” gibi konuşmalar olacaktır bundan eminim. Tabii çıkış tarihi sadece bana ait bir süreç değil. Ben 2024’ün kış aylarının başı, sonbaharın sonu olarak ümit ediyorum çünkü kolay bir iş değil. Yani sadece yazmakla bitmiyor. Editoryal işler, kapak belirlenmesi, basım süreci, kaynakçanın kontrol edilmesi gibi arka planda birçok iş var. Bir de yayınevinin programına giriyor, Hermes Yayınlarıyla çalışıyorum ben çok uzun süredir. Zaten 3 kitabım yayımlandı Hermes tarafında, bu kitap da Hermes Yayınları’ndan yayınlanacak bir talihsizlik olmazsa. Tarih olarak da sonbaharın sonu kışın başı diyebilirim, zaten en sevdiğim dönemler.

M.G: Her yazarın aynı zamanda çok iyi bir okuyucu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Şahsınıza ait olan kütüphanenizde genellikle hangi tarz kitaplar mevcut?

E.E.A: Evet her yazar okumak zorunda yani çok iyi okuyucu olmak zorunda. Çünkü okumayan birinin yazabileceğine inanmıyorum ben. Bu bir alış veriş. Tabii birçok tür kitap var. Yani ezoterizmle, Vikinglerle, Türk tarihiyle teolojiyle alakalı yani dinlerle alakalı kitaplar var kütüphanemde.

Müzikle alakalı kitapların yanı sıra tabii dünya klasikleri de var. Bunların hepsinin bir harman olduğunu düşünüyorsunuz. Zaten siz de sorunuzda kütüphane demişsiniz. Doğrudur artık benim evdeki kitapların sayısı kitaplık durumunu fazlasıyla aştı, bir kütüphane var. Çok büyük keyif alıyorum okurken. Mihail Bulgakov en sevdiğim yazarlardan biridir. Dostoyevski, anmaya gerek yok zaten, Balzac keza.

Ülkemizden Mine G. Kırıkkanat’ı çok başarılı bulurum, çok üst düzey bir yazar. Genellikle ilgi alanlarımda bulduğunu okuyan bir tipim. Bunu bir alışkanlık haline getirdim yıllardır. Günde en az 100 sayfa okumadan rahat etmiyorum. Uyumadan önce de mutlaka kitap okuyan biriyim. Tabii bu da yazıyı, edebiyatı çok besliyor.

M.G: Kendinize yakın hissettiğiniz, kalemini beğendiğiniz, size idol ve ilham olan hem geçmiş hem de günümüz yazarlarından isimler paylaşır mısınız?

E.E.A: Kendime yakın hissettiğim kalemini beğendiğim ilk yazar tabii ki Mihail Bulgakov… Usta ile Margarita isimli eseri benim için çağın en önemli romanlarından biridir ve müthiş bir tasvir yeteneği var. Biraz önce de bahsettiğim isimler, Balzac müthiştir. Dostoyevski zaten inanılmaz bir kaleme sahip. Ben biraz yazarlığın tanrısal bir olay olduğuna inanan biriyim yani çok iyi bir futbolcu ya da çok iyi bir sporcu örneğin Michael Jordan’a nasıl basketbolculuk yüklenmişse bu saydığım insanlara da yazarlık yüklenmiş bence. Onlar bu yeteneğin üzerine giderek kalemle kâğıdı buluşturmuşlar.

Mine G. Kırıkkanat’ı çok başarılı buluyorum. Ülkemizden, Cumhuriyet’te çalıştığım dönemlerde Uğur Mumcu’nun yazılarını keyifle okurdum. Yani arşive gidip okurdum çünkü çok başarılı bir kalem. Yeni nesil yazarlardan Savaş Aşçı’yı , Dilvin Gerçek Arıcı’yı çok beğeniyorum. Yani geliyor. Arkadan iyi bir nesil de geliyor. Biraz seçiciyim açıkçası çok inanmadığım yazarları veya çok mutsuz olduğum okuduğumda anlamadığım yazarların üzerine pek gitmeyi sevmiyorum. Daha çok beni kültürel ve sosyal anlamda zenginleştirecek insanların yazdıklarını okuyorum. İlk aklıma gelenler bunlar.

M.G: Yazarlık sürecinizde durağanlık yaşadığınız ve tabiri caizse tıkandığınız noktalarda nasıl bir yol izliyorsunuz? Bir daha hiç yazamayacağım diye bir korkuya kapıldınız mı?

E.E.A: Bir daha yazamayacağım diye bir korkuya kapıldım mı? Bu korku çok sık oluyor ve bunun olması da çok normal. Yani tabii ki korkuyorsunuz. Çünkü bir kitap projesine başlıyorsunuz, zihninizin içerisinde cümleler sizi rahat bırakmıyor, yazmak istiyorsunuz ama masa başına geçtiğiniz zaman hiçbir şey dökülmüyor kâğıda. Aslında bu çok normal. Çünkü bu biraz psikolojiyle de alakalı bir iş.

Ben şuna dikkat ettim; daha depresif olduğum zamanlarda daha iyi yazıyorum. Yani depresif olduğumda kalemle daha çok dertleşiyorum. Durağanlık, tıkanıklık yazarların en büyük kabusudur ve hepimiz yaşarız bunu. Ama bunu da açmanın bir yolu var; okumak. Sinemadaki semboller ve ezoterizmle ilgili kitabımda da böyle bir süreç yaşandı. Hemen elime Usta ile Margarita’yı aldım okudum. Kitabı bitirdim ve sonra tekrar yazmaya başladığımı gördüm. Çünkü bu biraz beyninizdeki frekansların o an kağıda veya kaleme uyumlanmasıyla alakalı. Yani bu zorlayarak yapabileceğiniz bir şey değil. Kendinize ait teknikler geliştirmeniz gerekiyor, aksi halde olmuyor.

M.G: İlk kitabınızın basımından sonra önce yakın çevreniz, ardından da okurların sizlere dönüşleri nasıl oldu ve bunun size etkileri nasıldı?

E.E.A: Kitaplarımın basılmasının ardından yakın çevrenin geri dönüşlerine pek kafayı takan bir adam değilim. Yani ya kitabı okumuyorlar ya da okuyorlar ama dikkatli bir şekilde okumuyorlar. Çabucak geçiyorlar ya da okumadıkları halde sana iyi bir olumlu bir geri dönüş yapıyorlar. “Çok beğendik, çok güzel olmuş.” gibi. Ama okurların dönüşleri çok önemli. Yani hiç tanımadığım insanların dönüşlerini çok dikkate alıyorum. Onlardan olumlu veya olumsuz hangi anlamda gelen eleştiri varsa hepsini çok dikkatle dinliyorum. Çünkü bir hatanız olabilir.

Mesela birinci kitapta, Şeytanın Notaları’nda Eski Ahit yerine Yeni Ahit yazmışım. Bunu bir okur gördü, fark etti ve daha sonra bu düzeltildi. Çünkü hatalı varlıklarız, hata yapabiliyoruz. Tanıdıklarımdan değil de beni hiç tanımayan insanların eleştirilerinden daha büyük keyif alıyorum. Onlardan daha fazla yardım alıyorum diyebilirim.

M.G: Herhangi bir imza gününüzde ya da herhangi bir yerde biri yanınıza gelip kitabınız veya yazarlığınız hakkında olumsuz bir eleştiride bulundu mu? Böyle bir durumla karşılaşsanız nasıl bir tavır içerisinde olurdunuz?

E.E.A: Böyle bir şey yaşamadım, tabii ki tavsiyelerini ileten insanlar oluyor. “Şu konuya da baksaydın, şuradan yola çıksaydın” gibi düşünceler çok hoşuma gidiyor. Çünkü farklı perspektifler sunuyorlar size. Olumsuz eleştiri tabii ki alıyorsunuz. Sosyal medyada bazı insanların gerçekten bir şey dikkatini çekmiş oluyor ve bu olumsuz eleştiriyi size yönlendiriyorlar. Ancak amaçları sizin daha iyi olmanız veya eksik gördüğü bir yeri kapatmak için. Bu son derece güzel bir şey.

Bazıları da hiçbir kitabımı okumadan gidip kitap satış platformlarında veya sosyal medyada saldırıyor. Ama bizim işimizin doğasında bu var. Ben agresif biri değilim zaten, yani benden agresif bir tepki almanız için çok üzerime gelmeniz lazım. Gülüp geçiyorum bazen, tabii seviyeli olumsuz bir eleştirinin beni geliştirebileceğini düşünüyorum. Bir hatamı ortaya çıkartan bir eleştiri geldiğinde aksine daha mutlu oluyorum ve nerede hata yapmışız, niye o bölümü daha iyi anlatamamışız diye bunun üzerine kafa yoruyorum ki bence bunlar çok değerli geri dönüşler.

M.G: Yazmak için ilham kaynağına ihtiyacınız var mı? Yazınızın başına oturduğunuz zaman illaki olmazsa olmazınız nedir?

E.E.A: Yazmak için ilham kaynağım yani illaki olmazsa olmazım kahvem ve pipom onu söyleyeyim. Yani kahve ve pipo olmadan yazıya başlamam. Genellikle benim gibi viski severlerin çok içerek yazdıkları düşünülür ama bu doğru değildir. Genellikle yazarken pek alkol kullanmam, çok nadirdir. Daha çok kutlama amaçlı. Ama sürekli olarak sert bir filtre kahve ve iyi bir tütünden pipom hazır olur. İlham kaynağına gelirsem yani ilham kaynağı tabii o da kişiden kişiye değişen bir olgu ilham kaynağım var mı? Yok. Sadece daha önce belirttiğim gibi… Depresif bir ruh halindeyken çok daha iyi yazıyorum.

M.G: Yazarlıkta kendinizi görmek istediğiniz ve hedeflediğiniz noktayı bizimle paylaşır mısınız?

E.E.A: Yazarlıkta kendimi görmek istediğim veya hedeflediğim bir maddi boyut yok. Manevi boyutta var. Bunun nedeni de şu; biz futbol takımı değiliz yani yazarlar birbiriyle yarışmaz. Herkesin okuyucusu ayrıdır. Herkesin kalemi herkese hitap etmez. Bazı kişiler bir yazarı çok beğenirken, bazıları hiç beğenmez. Bunlar çok normal süreçlerdir ve biz yarış atı veya futbol takımı veya bir spor kulübü değiliz.

Yazarlıkta kendimi görmek istediğim ve hedeflediğim yer tabii ki ben de çok para kazanıp tekne almak veya çok rahat bir yaşam sürmek isterim ama bunlar ne yazık ki ülkemizde de çok mümkün değil. Yani çok ünlü olmanız lazım ve ben ne yazık ki rock yıldızı da değilim. Ama şunu düşünüyorum; bir gün benim bu 3 boyutlu evrende sürem bitecek, toprağın altına gideceğim, buradaki macera sona erecek. Bundan 100 yıl sonra bir üniversite öğrencisi bir kütüphaneye gittiğinde veya bir arkadaşıyla kitap değiş tokuşu yaparken benim kitabımı alır benim kitabımdan bir şeyler öğrenir, “ya evet burada böyle bir adam varmış. İsmi Eray’mış, şu tarihlerde yaşamış, böyle de bir eser bırakmış, bu kitap bana şu konuda feyz verdi” dediği zaman ben çok mutlu olurum. Hedeflediğim bu. Bunu başarırsam zaten ölümsüz de olmuş olurum.

M.G: Bildiğimiz kadarıyla Beşiktaş’a güzel bir bağlılığınız söz konusu. Spor size ne ifade ediyor, hayatınıza ne kadar dâhil ediyorsunuz? Kitap ve edebiyat dışında tıpkı spor gibi takip edip ilgi duyduğunuz sanat dallarından bahseder misiniz?

E.E.A: Evet, Beşiktaş’a çok ciddi bir bağlılık söz konusu. Yani kendi çocuğum gibi. Çok seviyorum, bunu diğer takım taraftarları arkadaşlar tabii ki eleştiri almasınlar. Onlar da kendi camialarına, kendi bağlı oldukları renklere çok düşkünlerdir ki benim için çok normal bir şey bu. Maçlara gitmeye çalışıyorum mümkün olduğu kadar. Zaten tüm maçları izliyorum ayrı konu. Basketbol ve futbol her zaman bana iyi gelen branşlar oldular.

Edebiyat ve spor dışında resim sanatıyla ilgiliyim ama emin olun bir uzmanlığım yok. Bilgim çok sınırlı. Edward Hopper, Francisco Goya ve Türkiye’den Ahmet Öcal. Bunlar çok sevdiğim ressamlar. Eserleri çok hoşuma gidiyor. Ama bana gelip “bu resmi yorumla” derseniz benim bilgim buna yetmez, genellikle bilmediğim konularda susmayı tercih eden bir insanım. Ama bir tabloya Edward Hopper’ın Nighthawks isimli tablosuna saatlerce baktığımı size söyleyebilirim. Sanat hoşuma gidiyor.

Çok iyi bir sinema izleyicisiyim. Yani beyaz perdeyi çok seviyorum. Özellikle ezoterik filmleri çok seviyorum. Alejandro Jodorowsky favori yönetmenlerimden biri. İkinci olarak Gaspar Noé… Muazzam yönetmenler. Son olarak Dune serisinin ikinci filmini seyretmeye gittim. Büyük keyif aldım.

M.G: İlk imza gününüzde hissettiğiniz tüm olumlu-olumsuz duyguları bizimle paylaşmanızı istesem neler söylerdiniz?

E.E.A: İlk imza gününde hissettiğim tüm olumlu ve olumsuz duygular; zor sorular hazırlamışsınız. Yani o an karışık oluyorsunuz, insanlar gelecek mi? Geleceklerin size davranışları nasıl olacak? Elim titriyordu ilk imzaları atarken ama ikinci ve üçüncü imza gününde bunlar kalmadı. Tam olarak hoş duygular bunlar. Hiç haber vermeden çok uzun yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınız da çıkıp gelebiliyor imza gününe, hiç tanımadığınız biri de gelebiliyor veya hiç beklemediğiniz biri ya da hiç hoşlanmadığınız biri de gelebiliyor. Bunların hepsi mümkün, büyük bir heyecan yaşıyorsunuz. Yani çok ter dökmüştüm resmen.

Kolay değil, emin olun. Dışarıdan “Kitabı var, yazar, işte kitap yazmış” deniliyor ama arka planda çok büyük bir emek var ve emin olun ben her kitabımın yazım sürecinde mutlaka ciddi bir rahatsızlık geçiriyorum. Yani şu ana kadar altıda altı, yedinci kitapta şu ana kadar bir şey olmadı. Umarım olmaz, ciddi bir emek ve yıpranma söz konusu. Bir okur şey X’de “Abi her kitabın çıktığında senin saçların beyazlıyor farkında mısın?” demişti. Çok normal. Tatlı telaşlar bunlar bizim hayatımızın içerisinde. Zevk alıyorum. Ömrümün sonuna kadar da yani aklım bu işe el verdiği müddetçe yazmaya devam edeceğim.

M.G: Şu an kitap yazmayı düşünen birisi size gelip de “nasıl ve nereden başlamalıyım?” diye bir soru yöneltse ona ne gibi açıklamalar yapardınız?

E.E.A: Kitap yazmayı düşünen birisi nasıl ve nereden başlamalıyım diye bir soru sorarsa, verilebilecek hiçbir cevap yok. Çünkü bu tamamen kişisel, benim ona söyleyebileceğim tek şey “çok oku” olur. Yani çok oku çünkü yazmanın temeli okumak, yani okumanız lazım ki tasvir yapabilme yeteneği kazanın, bu şekilde bir şeyleri anlatabilirsiniz. Cümle yapınızın, cümle bilginizin, dil bilginizin iyi olması lazım. Hatalar yapılabilir. Bunlarda hiçbir problem yok.

Bütün dünyadaki yazarlar, yazım hataları yapıyor. Hepimiz hatalar yapıyoruz. Bugün Dan Brown da yapıyor. Umberto Eco da yapmıştır, İlahi Komedya’yı yazarken şair Dante’de yazım hatası yapmıştır, bunlar çok normaldir ve yine olacaktır. Çünkü insanız, hatalı varlıklarız. Yazma konusunda verebileceğim tek tavsiye budur, ondan sonrası onun kişisel kararı. O yolu kendisi yürümesi gerekiyor benim ona verebileceğim tavsiye çok sınırlı.

M.G: Son olarak; bizler de burada radyo kültürünü devam ettirmeye çalışıyoruz. Bizlerle radyo hakkındaki düşüncelerinizi paylaşıp, radyo dinleyicilerine söylemek istediklerinizi aktarır mısınız?

E.E.A: Radyo kültürü, tabii özel bir kültür. Aslında öleceği düşünülen bir kültürdü ama küllerinden doğdu Anka kuşu gibi. Neden küllerinden doğdu? Çünkü kulağa hitap etmek çok başka bir şey. Biz göze hitap ediyoruz. Yani insanlar alıyor okuyor ama kulağa hitap etmek çok başka bir şey. Sevgili Aytek ve Mandal Radyo ekibi de bunu çok güzel yapıyor. Bunun da farkındayım. İşte radyoların öleceği bir dönemde tam tersi internet üzerinden yayın yapan radyoların ne kadar kıymetli olduğu anlaşıldı.

Radyo dinleyicilerine söyleyebileceğim tek şey radikalleşsinler bu konuda, evet yani radikal olsunlar. Radyoya daha fazla vakit ayırsınlar. Radyodaki insanlarla daha fazla etkileşim kursunlar. Bunlar son derece güzel, sosyal etkileşimdir radyo dinlemek. Ben de dinliyorum, zaman zaman mandal radyoyu açıyorum tamam itiraf edeyim benim müzik tarzıma pek uymuyor. Daha çok rock dinlediğim için başka radyoları açıyorum veya işte dijital platformlarda dinliyorum. Aslında konuşmamın yani sorunuza verdiğim yanıtın başında olduğu gibi öldü diye düşünülen radyonun ne kadar güçlü olduğunu, ne kadar dirayetli olduğunu tekrar gördük. Mandal çok güzel bir iş yapıyor. Hepinizi tebrik ediyorum. Umarım sorularınıza sizi mutlu edecek nitelikte yanıtlar vermişimdir.

M.G: Kıymetli vaktinizi bizlere ayırıp bütün sorulara tüm içtenliğiniz ve samimiyetiniz ile cevap verdiğiniz için kendim ve tüm dinleyicilerimiz adına bir kez daha teşekkür ediyorum Eray Bey. Tekrardan görüşmek üzere diyor, edebiyatla dolu nice günler diliyorum. Kaleminiz hep sizinle olsun. İyi ki bizimlesiniz.

00:00